Anadolu ve sarayda, çekirdeklerin önce kavrulması ardından öğütülmesi ile pişirilmeye hazır hale getirilen kahvenin, bu süreçlerinin önceden tamamlanarak satışa sunulması ise 1871 yılını bulur. Bu tarihte, şu an halen hizmet veren Eminönü’deki Mısır çarşısı çıkışında yer alan dükkanında, kurukahveci Mehmet Efendi, kahveyi hazır olarak satışa sunar. Bu gelişim ile birlikte hazır kuru kahve alanında üretim bugüne kadar devam eder ve tüketim alışkanlığı da bu duruma bağlı olarak hızla yükselir.
Tüm dünyada ve ülkemizde geniş bir yerleşim alanı bulunan cafe ( kafe) kültürünün atası da, Türk kahvesinin içildiği Osmanlı’daki kahvehanelerdir. İlk olarak 1554 yılında İstanbul Tahtakale’de açılan kahvehanelerde kitap okumaları, sohbetler yapılırdı. Bu gelenekten ötürü kahvehanelere ayrıca kıraat yani okuma fiilinden türeyen kıraathane adı da verilmiştir. Kahvehaneler kahve içme alışkanlığının yarattığı yerleşik ve gelişken bir başka kültür haline gelmiş ve tavla, satranç gibi oyunların oynandığı, nargilenin içildiği bir dinamik oluşturmuştur. Osmanlı’da 16. ve 17. Yüzyılda bu mekanlar, insanların toplanma alışkanlığı ile siyasi otoritenin kontrolü dışına çıktığı gerekçesiyle yasaklamalara uğrasa da günümüze de kadar geleneğini sürdürmeyi başarmıştır.
Gerek hazırlanışı, gerek hayattaki yeri ile Türkiye denilince adeta bir kimlik halini alan Türk kahvesi, 2013 yılında Türk kahvesi kültürü ve geleneği ismiyle UNESCO’nun Somut olmayan kültürel miras listesine girmiştir. Bugün ülkenin her köşesinde o yöreye ait bir kahve pişirme tekniğine rastlayabilir, buna bağlı yöresel alışkanlıkların kendi tarihini gözlemleyebilirsiniz. Biz de yazımızı kahve için söylenmiş bir başka sözle bitirelim: “Kahve cehennem kadar kara, ölüm kadar kuvvetli, sevgi kadar tatlı olmalı.”